4 Temmuz 2012 Çarşamba

gülümse

"gülümse ne düşündüğünü bilmesinler"

der marquez ve çok şey anlatır bu söz... 

kolera günlerinde aşk'tan etkilenmiş olan biri olarak bir şeyler yazmak istiyorum. öğrendiğim kadarıyla artık yazamayacak kadar hastaymış marquez haberler de doğruluyor. bakıldığında okunup geçilecek bir yazı. ama etkilenmemek elde değil. öyle koyu bir marquez hayranı değilim ama onu çok seven hayranlarını düşünüyorum da acaba ne hissediyorlar... ya da kendisi ne hissediyor. aklıma ilk gelen şey onun söyleyeceği tüm sözler kayıt altına alınmalı. şöyle bir örnekle bağlayabilirim hissettiklerimi; iksirli bir su akıyor ve bitecek o su doldur doldurabildiğin kadar ne kadar biriktirirsen o kadar kardır. o kaynak kurumadan tüm cümleler yazılmalı, çizilmeli bir şekilde biriktirilmeli...yine bu haber bana başka bir haberi çağrıştırdı. o da dünyada meydana gelen bir olayın diğer seferinin 150 yıl sonra gerçekleşeceği haberi. görmen lazım onu yoksa 150 yıl sonrası için bir şansın olmayacak...

garip çağrışımlar durağı olan beynimin neden bu haberleri bu şekilde birbirine bağladı bilemiyorum. ama ölüm döşeğindeyse eğer sevdiğin bir sanatçı, ya da kurursa o su kaynağı, ya da sen göremeden gerçekleşirse o doğa olayı.... hepsinin uyandırdığı kaygı ortada. hepsinde de sonsuzluk özlemi ya da ölüm korkusu yatıyor. milyon yıllık bir evren sanırım bizi bizden daha iyi biliyor ki en fazla bir asır kadar yaşamamızı sağlıyor...bir asır yaşamak (eğer şanslıysan diyebilirsin) ne kadar da az geliyor. bu durum başka bir soruyu yöneltiyor insana...o da karınca bir insanı algılayabilir mi? 

elinizde gezinen bir karıncayı düşünün parmaklarınızı hareket ettirin.kendisi hızlanır tedirgin olduğunu anlarsınız. ama bir parmakta dolaştığını kavrayamaz. bir de aynı şeyi bizim için düşünün uzun bir yolda yürüyorsunuz. birden tedirgin oluyorsunuz adımlarınız sıklaşıyor...acaba aynı şey bizler için de geçerli mi bizde belli bir noktadan sonra algılayamıyor muyuz gerçeği?

sonsuzluk burda da devreye giriyor işte sonsuzluk yanında ölüm korkusu değil algılayamamazlık, anlam kuramamazlık devreye giriyor. bu da bir kaygı olabilir mi acaba? acaba biz de birilerinin avuç içinde mi dolaşıyoruz? bizleri labaratuvar farelerinden ayıran şey ne? labaratuvar fareleri gözlemlendiğinin farkında mı? o labirentin bitmeyeceğinin farkında mı? peki ya biz? bizlerin fark edemediği bir yer var mı? bizler de gözlemleniyor muyuz? belki de din labaratuvarlara benzer. sorgu melekleri, sağ ve soldaki melekler, aslında bizler hakkında rapor tutan gözlemciler var mı? ve labirent de bizim dünyamız mı? 

burda da başka bir kaygı ortaya çıkıyor izlenme ve çıkmazda kalma korkusu. ebedi ve ezeli  varlık kaygısı. 

bunları düşünüyor mu marquez acaba? ya da ölenler gördüler mi gerçekliği ya da farklı bir boyut var mı yaşamda...

labirentteki fare ölür, avucundaki karınca ölür, marquez ölür, insan ölür...150 yıl sonra o doğa olayı tekrar yaşanır bir 150 yıl sonra başka birileri bunlara kaygılanır...belki o kaygılanan kişinin elinde, o doğa olayını izlerken marquez'in kitabı olur...

gülümse ne düşündüğünü bilmesinler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder