8 Temmuz 2012 Pazar

bir kişinin ösym ile imtihanı

hadi hayırlı uğurlu olsun kpss 2012 de bitti. ardından haberlerde geldi. çalınmış sorularla mı girmiş adaylar sınava... ne olacak ne hissedecekler belli değil. kpss 2010 da yapılan adaletsizlik daha hazmedilmemişken bir de bu çıktı başımıza. beyaz kalem yayın evlerinin soruları önceden aldığı söyleniyor. ne kadar doğru ne kadar yanlış bilinmez. ama öyle bir sey varsa bir kere de özür dileyin... bu kadar insanın emeği var sonuçta.

2010 daki sınavda yüzlerce kişi tam puan aldı. bir de kopya var diye sadece ikinci oturum sadece öğretmenlerin girdiği oturum yenilendi. kopya çeken adam sanki ilk oturumda genel kültür genel yetenekte çekmeyecek...

hatalar üstüne hatalar devam ediyor. senede binlerce mezun veren eğitim fakültelerine bir de fen- edebiyattan formasyonla gelen öğretmen adayları gelince bu insanları bir yığına dönüşüyor. öncelikle üniversiteye girişlerde öğretmen alımları durmalı. ya da az sayıda alınmalı. böylece nitelikli öğrenci artacak, üniversitelerin eğitim  kalitesi de değerlenecektir. ancak nerde. eğitim fakülteleri ikinci öğretimle öğrenci almaya devam edecek gibi gözüküyor. bu kadar öğretmen adayına ne olacak. hadi onu da bıraktım okul ne olacak?

öğrenciler sürekli öğretmen değiştirmekten huzursuz. öğretmen bugün var seneye yok. ücretli öğretmenlik kolay iş imkanı sağlıyor. bugün 1600 tl maaş alan öğretmenle girdiği ders saati kadar yövmiye alan ücretli öğretmen devletin üstünden büyük bir yük almış oluyor.

ucuza eleman çalıştırıyor. tam verimli çağında ders çalışmaya mahkum alan kişiler var. mutlu olan fizik öğretmeni var mı mesela?  95 puandan yukarı puan almak zorunda kalıyorlar. 6 yıldır kpss'ye çalışan birinden nasıl bir verim bekleyebilirsin ki?

bir çok insan bununla ilgili dert dökebilir. haklılarda. çünkü hakları çalınıyor. üniversite bitirmek kolay değil, bir de atanamayan öğretmenler arasında hizipçiler ortaya çıktı. başbakana mektup yazan bir grup yalakalıktan başka bir şey yapamamış.

ne kadar kötü bir durumda olduğumuzun farkına varmak için ne yapılması lazım çok merak ediyorum.
neymiş öğretmenler bundan sonra üniversitedeki başarı puanlarına göre alınacakmış. kaç tanesi alınacak? üniversitelerdeki durumları da tartışmak lazım. bugün üniversitede ne kadar öğrencinin hakkı yeniyor bunu fark etmek lazım. gözümüzün önünde kopya çeken kendini üniversiteli sanan salaklarla aynı sınıfta olmak ne  feci bir şey.

atanamamak, gelecek kaygısı ve bir de devlet tarafından gelen kandırmaca...

işimiz zor gerçekten çok zor. bu yazı uzar gider, dillere destan sorunları teker teker yazmaya gerek yok. ama hepimiz farkındayız. ama susuyoruz.

üç maymunu oynamak mesleki bir başarı olsa gerek...

7 Temmuz 2012 Cumartesi

üç yaşındaki çocuğun bir düşü var

kokunun eşlik ettiği yaşamda üç yaşındaki birine "allah" kavramını öğretmeye çalışmamak gerekir. bu tüm insanların "nevrotik kişiliğe" dönüştüğü dönemdir. sadece somut şeyleri düşünen bir çocuğa yığılan "ahlak, edep, günah, allah, cennet, cehennem"  gibi soyut kavramlar onu iyi bir birey yapmaz sadece "korkak" yapabilir, "itaatkar" yapabilir. kendinin sürekli izlenildiğini düşünerek var olan keşif potansiyeli de azalır.

"kızar, söver" sözleri. allah kavramını nasıl anladığınızı da açıklar. eğer onu cezalandırıcı biri olarak görüyorsanız bekleyin siz zaten ona ceza veriyorsunuz. bir de "allah dede" kavramı. ataerkil toplumda allaha erkek vasfı yüklediniz...

müthişsiniz siz bir nevrotik karekter yetiştirdiniz.


4 Temmuz 2012 Çarşamba

elimden gelenler

güne uyandırılarak başlamanın verdiği gerginlikle bakıyordum ona. çünkü ne istediğini bilen tavırları bir filmdeki başrol oyuncusu kadar belliydi. replikleri ceplerinde hazır geldiği ortadaydı. nabza göre şerbet vermek bu olsa gerekti. öyle bir ortamda benim elimden gelen sadece, ellerimi ovuşturmak ve tırnak yemekti. gerçek anlamda elimden sadece bunlar geliyordu. ayrıca ortamın gerginliğinden olsa gerek avuç içlerim terliyordu. bense belli etmeden pantolonuma havlu görevi vermiştim.belirli aralıklarla avuç içlerimi bastıra bastıra el çizgilerimin arasındaki gerginliği silmeye çalışıyordum...

çoğu kişinin basite alacağı durumlara büyük anlamlar yüklemek benim görevimdi. bundan olsa gerek hep aceleciliğim ve abartıcı yanımla eleştirilirdim. haklıydılar da kimse tanrı değildi. hele tanrıyı sorgulayan birinin insanlara tanrısal özellikler yüklemesi durumun da farklı bir ironisiydi. 

topla kendini ve sana sıra geldiğinde tane tane konuş dedim kendime. bunları söylerken içimde var olan ast-üst kimlikleri ve çeşitli bir kaç benliği de keşfettim. keşfetmekle kalmamış içimde büyük bir piyes oynanıyordu. karşımdaki insanlara sadece gülümsemekle yetinebiliyordum. ve ellerimden gelen tepkiler de devam ediyordu. 

kendine öz güven aşısı yapmış bir kişiyle aynı ortamda olmak zaten yeterince gerilmeme neden olmuştu. huzursuz bacaklarımdan biri titremeye başlamış, ayakkabımın içinde parmaklarım ayaklarımın altına burkulmuştu. şimdi içim dışım harekete geçmişti. neden böyle oldu gayet iyi biliyordum. sosyal fobi olarak da adlandırılacak bir durum yaşıyordum. ve beni sadece benim gibi biri varsa o anlar diye düşünüyordum.

azim ve hırs kelimelerinin birbirine tuzak olduğunu o anda fark ettim. azim iyiydi, hırs kötüydü. hırsın ezici bir gücü vardı. azim ise daha halktan, daha emek isteyen ve pozitif bir etkiye sahipti. o anda benim azim, karşımdakinin ise hırs olduğunu anladım. şimdiden güçlü-güçsüz ayrımı yapmış, önyargılarımın, hipotezlerimin doğruluğu ispatlanmıştı.

"yemeğe önceden tuz atan adamın önyargılıkla adlandırıldığı" cümlerler kurulmuştu çoktan. bunlar konuşulurken, baş parmağımdaki tırnağın kenarında beni rahatsız eden küçük et parçasını belli etmeden koparmaya çalışıyordum işaret parmağımla...

baş parmağıma azim, işaret parmağıma hırs dedim içimden. karşımdaki hırs bense bir parmak oldum  sadece...buna benzer geçişler yaparken işte o an "bir çay daha alır mısınız?" diyen sese ben "teşekkür ederim gerek yok"dedim; karşımdaki "lütfen ama bu seferki biraz açık olsun" dedi. işte yine başlamıştı.  fark etmeden başlayan bir hırs başlamıştı karşıdakinde. ve ben iyiyi oynamak zorundaydım. "açık çay içen çaydan anlamaz" dedim içimden. tıpkı şekerli çay içenlere karşı, şekersiz çay içenlerin üstünlük sağlaması gibi. "biz şekersiz çay içenler, biz demli çay içenler, çay bizim hakkımız! " diye savaş açtılar bana. çünkü ben tek şekerli içerdim çayı. ama çaydan anladığımı düşünürdüm. evet şekersiz çay içen biriyle rekabete giremezdim ama çayı açık içen birine üstünlük sağlayabilirdim...bunu  bu kadar düşünmemin nedeni aslında orda benim ikinci bir bardak çaya ihtiyacımın olmasıydı.ancak bunu dile getirememiştim. ve şimdi kendimle kavga ediyordum.

yeni çaylarını yudumlarken karşımdakiler ben yine elimden geleni yapmaya çalışıyordum. o anda sehpa üzerinde duran gümüş kaplamalı dolmakalemde kendimi fark ettim. fark ettim çünkü tırnağımı ısırıyordum. iğrenç bir görüntüydü. çünkü karşımdaki kişinin elleri yumuşatıcı kremle yumuşatılmıştı. bunu ellerimi sıkıca kavrayıp selamlaşırken hissettim. müthiş bir duyguydu, ellerinin güzelliğini tokalaşırken hissettim. konuşurken de ellerini kullanıyordu. bense, bana ağır gelen çantayı kucağıma siper etmiş durumdaydım. kalemde yansımamı görür görmez elimi ağzımdan çektim. 

hayır bunu yapmamalıydım şimdi de ellerim elinden geleni yapmaya çalışırken parmaklarımı çıtlatmaya başlamıştım. bu diğerinin bana bakmasına neden oldu. o anda durdum ellerine hakim olamayan biri kendine nasıl hakim olabilirdi? 

bu olayı da atlattıktan sonra sıra minik bir öksürük krizine girmeme neden oldu. çok yapay kaçıyordu bir kaç defa "öhööö, öhöö" demek böyle bir yerde çok yersizdi. sahipsizdi. sahiplenmek istemezdim ama bu da bana aitti. tıpkı sahibinin arkasından gelen bir evcil hayvan gibi...

içimden şarkı söylemek istedim ama konuşulanları dinlemek zorundaydım. çünkü öğrenmem gereken şeyler olabilir, püf noktalarını kaçırmamam gerekirdi. dikkatimi konuşmaya ve karşımdakilerin mimiklerine yönelttim. ellerim ellerinden geleni yapıp terlerken bacağımdaki huzursuz kıpırtıyı durdurmaya çalışıyordum. hayır heyecanlanmamam gerekiyordu, hayır bunları hissetmemem gerekiyordu, hayır başka şey düşünmemem gerekiyordu...

çaylarından son yudumlarını alırlarken eğer tekrar yenilemek isterlerse ben de bir tane isteyecektim. ve "benimki demli olsun" diyecektim. bu belki sarsılan güvenimi yerine getirecek, karşımdaki kişiye otorite kurmamı sağlayacaktı. 

umduğum gibi olmadı yeni bir çay gelmedi, başka ikram olmadı. bu kalabalık konuşmada kaç cümle kurmuştum? ne kadar hata yapmıştım? nerde açık vermiştim? diye düşünüyordum. ayak parmaklarımın ayaklarımın altında iyice büzüldüğünü hissettim. ayakkabı iyi ki vardı çünkü ellerimden geleni görenlerin ayaklarımı görmelerini hiç istemezdim. bunu istememe gibi bir hakkım vardı çünkü. bedenim özel alanımdı. bir iç geçirdim bunları düşünürken, tekrar gümüş dolma kalemde kendimi gördüm çantayı hala kucağımda tutuyordum. neyseki tırnaklarımı yemiyor, parmaklarımı çıtlatmıyordum. sadece bir terleme vardı bunu da sadece ben ve pantolonum hissediyordu.kafi dedim kendime. 

konuşurlarken fısıldaşmalar olduğunu fark ettim. bu kötüye işaretti. demek ki ben diskalifiye edilmek üzereydim."onunla da görüşelim, seninle tekrar konuşuruz" der gibi bir ifade sezdim. bunu sezmemle, baş parmağımdaki tırnakta beni rahatsız eden küçük et parçasını sezmem aynı anda oldu. ve işaret parmağım tekrar devreye girdi. bu sefer hırs doluydu. azim; emek veren değil, ezik olan anlamına gelmeye başlamıştı ki; "hadi gidelim evlat" dediğini duydum karşımdaki kişinin...

hırs dolu işaret parmağım durdu, ellerim ellerinden geleni yapmış ve yorulmuş, pantolonumun kenarı na avuç içlerimi tekrar silmiştim. tekrar el sıkışacaktım ve terli bir eli sıkmak kimsenin hoşuna gitmezdi. ayak parmaklarımın, ayağa kalkmamla rahatladığını hissettim. "tamam baba" dedim. siper ettiğim çantamı elime aldım."teşekkürler doktor bey" dedim...



gülümse

"gülümse ne düşündüğünü bilmesinler"

der marquez ve çok şey anlatır bu söz... 

kolera günlerinde aşk'tan etkilenmiş olan biri olarak bir şeyler yazmak istiyorum. öğrendiğim kadarıyla artık yazamayacak kadar hastaymış marquez haberler de doğruluyor. bakıldığında okunup geçilecek bir yazı. ama etkilenmemek elde değil. öyle koyu bir marquez hayranı değilim ama onu çok seven hayranlarını düşünüyorum da acaba ne hissediyorlar... ya da kendisi ne hissediyor. aklıma ilk gelen şey onun söyleyeceği tüm sözler kayıt altına alınmalı. şöyle bir örnekle bağlayabilirim hissettiklerimi; iksirli bir su akıyor ve bitecek o su doldur doldurabildiğin kadar ne kadar biriktirirsen o kadar kardır. o kaynak kurumadan tüm cümleler yazılmalı, çizilmeli bir şekilde biriktirilmeli...yine bu haber bana başka bir haberi çağrıştırdı. o da dünyada meydana gelen bir olayın diğer seferinin 150 yıl sonra gerçekleşeceği haberi. görmen lazım onu yoksa 150 yıl sonrası için bir şansın olmayacak...

garip çağrışımlar durağı olan beynimin neden bu haberleri bu şekilde birbirine bağladı bilemiyorum. ama ölüm döşeğindeyse eğer sevdiğin bir sanatçı, ya da kurursa o su kaynağı, ya da sen göremeden gerçekleşirse o doğa olayı.... hepsinin uyandırdığı kaygı ortada. hepsinde de sonsuzluk özlemi ya da ölüm korkusu yatıyor. milyon yıllık bir evren sanırım bizi bizden daha iyi biliyor ki en fazla bir asır kadar yaşamamızı sağlıyor...bir asır yaşamak (eğer şanslıysan diyebilirsin) ne kadar da az geliyor. bu durum başka bir soruyu yöneltiyor insana...o da karınca bir insanı algılayabilir mi? 

elinizde gezinen bir karıncayı düşünün parmaklarınızı hareket ettirin.kendisi hızlanır tedirgin olduğunu anlarsınız. ama bir parmakta dolaştığını kavrayamaz. bir de aynı şeyi bizim için düşünün uzun bir yolda yürüyorsunuz. birden tedirgin oluyorsunuz adımlarınız sıklaşıyor...acaba aynı şey bizler için de geçerli mi bizde belli bir noktadan sonra algılayamıyor muyuz gerçeği?

sonsuzluk burda da devreye giriyor işte sonsuzluk yanında ölüm korkusu değil algılayamamazlık, anlam kuramamazlık devreye giriyor. bu da bir kaygı olabilir mi acaba? acaba biz de birilerinin avuç içinde mi dolaşıyoruz? bizleri labaratuvar farelerinden ayıran şey ne? labaratuvar fareleri gözlemlendiğinin farkında mı? o labirentin bitmeyeceğinin farkında mı? peki ya biz? bizlerin fark edemediği bir yer var mı? bizler de gözlemleniyor muyuz? belki de din labaratuvarlara benzer. sorgu melekleri, sağ ve soldaki melekler, aslında bizler hakkında rapor tutan gözlemciler var mı? ve labirent de bizim dünyamız mı? 

burda da başka bir kaygı ortaya çıkıyor izlenme ve çıkmazda kalma korkusu. ebedi ve ezeli  varlık kaygısı. 

bunları düşünüyor mu marquez acaba? ya da ölenler gördüler mi gerçekliği ya da farklı bir boyut var mı yaşamda...

labirentteki fare ölür, avucundaki karınca ölür, marquez ölür, insan ölür...150 yıl sonra o doğa olayı tekrar yaşanır bir 150 yıl sonra başka birileri bunlara kaygılanır...belki o kaygılanan kişinin elinde, o doğa olayını izlerken marquez'in kitabı olur...

gülümse ne düşündüğünü bilmesinler...

aydınlatmaca

ben bile kendimi tanımazken sen nasıl da ruh ikizin olduğumu düşünebilirsin?

bir yol hikayesi

çok değildi istediğimiz. sadece bir kaç şarkı keşfetmekten, güzel bir film izlemekten ötesini düşünmeye gerek yoktu...

ancak bize verilen görevler ve yüklenen sorumluluklar yüzümüzdeki iyimser mimikleri çaldı. kaşlarımızı çattırttı..."güven" duygusunun korkulacağı ve aptalca olduğunu anlamamıza neden oldular. artık çoğu şeye içimizde sevinmeye başlamıştık. açık vermemek gerekiyordu duygularda. çünkü art niyetlerinden dolayı işgal edilecek özgürlüğümüz vardı. düşüncelerimize kara anlamlar yüklettirdiler. bir şeye sadece bakmak istedik, bir şeyi sadece olduğu için sevmek istedik saldırdılar. topla tüfekle olsa yine iyi. şekle sokup kalıplaştırdılar. izin vermediler. bir öz eleştiridir ki biz de itiraz etmedik. değmez dedik.

izlediğimiz şeylere göz alıcı reklamlar koydular. dediklerimize anlamlar yüklediler...kelime oyunları yaptılar kafamızı karıştırdılar. kendimizi bile tanımaz olduk artık. çok şeyken hayat anlamsızlaştı. zevk yasaklandı. mutluluk sadece masa üstü resimlerinde yeşille mavinin arasında bir yerde kaldı. ellerimize aletlerimizi aldık biz de başladık aramaya. neyi aradığımızı biz de bilmiyorduk ama olduğumuz yer ve bulunduğumuz zamanın yanlış olduğunu anladık. geleceğimize ellerimizde aletlerimizle gittik. bu arayışa savaş dediler. biz barış dedik. acilen barışmamız lazımdı hayatla yoksa onu anlamsızlıkla suçlamak içimize dert olmuştu...

yola koyulduk...yolda görüş mesafesi sıfır olduğundan sadece denenmiş yolları denedik. kaybolmamıza izin vermedik birbirimizin. ellerimizde aletlerle barışmak için yürüyorduk.bazen de koşuyorduk, bazen durup sigara içiyor, şarkı söylüyorduk. sevdiğimiz aforizmalar bizlere destek oluyordu....ama dikkat ediyorduk o sözler slogan olmamalı, sevdiğimiz şarkılar marşa dönüşmemeliydi.

ilerledik. çoğumuz genç gösteriyorduk ama tahmin edebileceğiniz gibi büyük düşünüyorduk, büyük düşünmek burda gerçek anlamındadır. büyük düşüncelerimizle kendi huzur evimizi kurduk. bu çok güzeldi çünkü bize bakacak memurlar yoktu. uyku saatlerimiz, uyku haplarımız yoktu...

devam ettik hala da devam ediyorduk var ettiğimiz dünya asla tapulu bir arazi değildi. bu çok güzeldi işte. kimsenin özel mülkiyetinde değildik, kamu malına da zarar vermiyoduk...çitleri aştık, birbirimize taş attık ama çiçek de topladık. sonra birer sigara daha yaktık...

anlam yükleme kaygısında olanlar çabuk yoruldular. yağmur yağınca çok sevindik saklanacak bir kuytuluk aramadık. yabani otlardan da sigara yaptık...yabani otlar bizlerin düşüncelerinde legaldi. fiziksel olarak değişmeye de başlamıştık. topluma ait geçerliliğini koruyan güzel vücutlar edindik.saçlarımız ve tırnaklarımız güzeldi. kıyafetlerimiz markaydı artık...

değişiyorduk. birbirlerimizi, değişimlerimizi alkışlıyorduk. yüzümüz de değişip güzelleşince bizi görenlere baktık şaşırarak. işte o zaman bizden ayrılanlar oldu. bize bakanlar, bize gıpta ettiklerini söyledikçe, bize yakınlaştılar, bizim gibi olmak istediklerini söylediler.bize bakanlara destek olanlar; bizden ayrılmış oldular. hayır bencil değildik. inanın; gerçekten onlar samimiyetsiz oldukları için böyleydik. bu hepimizin kararıydı.

sona gelmeceğimizi,bu yolculuğun bitmeyeceğini biliyorduk. ve bizler hala kısa ve öz davranıyoruz. yetiyor gibi geliyor bize. anlayabiliyoruz. uzatmaya gerek yok cümleleri  çocuklar duvarları boyuyor bunu görüyoruz bir kaç ninni söyleyebiliriz. dandini dastanayı anlamasak da ninninin ne işe yaradığını anlıyoruz. bizleri uyutup da büyütenlere söylüyoruz; biz kendi yolumuzda tıpış tıpış yürüyoruz...


sünbülzade vehbi efendi şiiri

padişahın isteği üzerine yazdığı bir şiir; padişah "bana öyle bir şiir yaz ki ilk satırını okuduğumda seni öldürmek isteyeyim ikinci satırını okuduğumda seni ödüllendireyim" demiştir. onun üzerine bu şiiri yazmıştır.


Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana / Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem / Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır? / Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam / Bir gümüş ibrik ile destine ab-i revan.
Salınarak giderken arkandan ben sokayım / Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam / Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarda hiç / Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.
Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim / Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.
Herkese vermektesin, bir de bana versene / Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.
Sen her zaman gelesin, ben Vehbi’ye veresin / Esselamun aleyküm ve aleykümselam.

sünbülzade vehbi efendi

3 Temmuz 2012 Salı

şimdiki zamandan geleceğe götürülecekler

bir ilham perisi bekliyorduk hayatımızda...herkes yaşar ama herkes anlatamaz nadirleri de hayranlık uyandırır....kaygımız bu değildi, konumuza devam edelim...

toparlanması zor bir süreç geçiriyordum. bunu anlatmak,dile getirmek oldukça zor çünkü öğrendim. kötü bir şekilde öğrendim ama öğrendim işte fazla irdelemeye gerek yok.

çoğu duygunun "kopyala-yapıştır"yapıldığı konuşmalardan geliyordum ve fazla suskun kalıyordum. anlatmak istediklerim hiç bir zaman "işte bu " dedirten ya da "kadeh kaldırılacak" şeyler değildi. bir kompozisyon olsam yerim gelişme bölümünde olacak kadar etkiliydi. ne giriş kadar dikkat çekici, ne sonuç kadar tesir edici son söz söyleme kapasitem vardı.

lütfen yanlış anlamayın bunlardan hiç bir zaman (tabir-i caizse) gocunmadım bilakis mutluluk da duymadım. sadece iyi geçiş yapma insanıyım diyebilirim. "moralim bozuk bir uğrayayım mı?" diyenlere bir kahve ikram edecek kadar zamanım oldu. sanmayın kapım her gün çalar. gelen insan soran insan sayısı da bellidir. çoğunluk da onlarda benimki gelişme bölümünden gelmiştir. ya girişi kaçırmışlar ya da sonuca ulaşmaya gidiyorlardır. ben o anlarda (en fazla) onlara için birer vurgu unsuru olabilecek örnekler sunabilirdim...

bunları yaşarken keyif de alırdık birbirimizden. birbirimizi anlama gibi bir kaygı gütmedik hiç bir zaman.evime gelen insan şekerliğin nerde olduğunu bilirdi.sormasına gerek kalmaz fazla cümlelerle birbirimizi yormazdık. oldum olası -onlarda öyledir bahse girerim- yük olmak gibi bir kaygıyı taşıdığımızdan olsa gerek devrik cümlerle yormazdık birbirimizi..edebiyatımız da öyleydi. devrik cümleler ve nerde yapılacağı belli olmayan vurgulamalarla sanatımızı da kirletmezdik.tabaktan yemeği alıp ağzımıza sokup çiğnememiz kadar basittik. edebiyatımız da öyleydi ama ağızda bıraktığı tat tahmin edebileceğiniz gibi harikuladeydi...

bu yüzden yazdıklarıma güzel girişler yapamam. başlık koyabilecek alt yapı (üst beyin de diyebilirsiniz) insanı da değildim. sonucu da tahmininize bırakıyorum. imla hataları doluydu hayatımızda ve bu yüzden yazılarımız ve yaşantımız delice eleştirilebilirdi. bizler gözüne gözüne batırmazdık kimseye yaşadıklarımızı bu kaygıyı yaşayan biri olmamak günümüzde psikolojik boyutlarda incelenebilir ve sonuçta freudculara güzel dönor olabilirdik.

hayır asla depresif ya da asosyal (yorumuna göre sosyopat) karekterler de sergilemiyorum hayatta. bir ortamda veya bir davette akla gelebilecek insanlardanımdır.kesinlikle davet kartları elime ulaşmışımdır ama müsait olmadığım için o davetlere katılamamışımdır. bu yüzden bana kırılmazlar da. ha hani davete gelsem alkış da kopartmam başımdan aşağı konfeti de atmazlar. geldiğim için teşekkür ederler.

Ama çoğu davete hatalı kıyafet seçimi yapacak kadar da acemiyimdir. benim gibi olanlar da orada olduğundan kaygılanmam çay bahçesine gider gibi gittiğimiz sükseli davetlerde çoğunlukla benim gibi olanlarla bir çay bahçesinde çay içebilirim.

peki gelelim sonuç bölümüne. bu kadar yazdık yazdık başlangıç sonuç tutarlı olmalı, ama alakası olmayan paragraflar fark ettim ruhum daraldı. lisedeki edebiyat öğretmenim bu halimi görse üzülürdü. sen böyle değildin tekrar oku bakalım hatalarını göreceksin derdi. hayır hocam gerek yok bu yazıyı senden geçme notu almak için yazmadım. sadece yazmak için yazdım. bu kadar...burda bitiriyorum. sonucu ne olursa olsun. burda bitiriyorum.

yazdıklarımda ana düşünce arama gibi bir kaygınız olmasın....


2 Temmuz 2012 Pazartesi

merkez üssü insan

kendini hayatın merkezinde tutup diğer insanlara fazlalık muamelesi yapma...bunu kendine de yaptırma....sevmediğin insanı uzaklaştırabilmelisin hayatından. boş verin çok arkadaş çok karışıklık demektir....

kendini keşfetme sanatı

woody allen izle al hepsini teker teker izle..
kesinlikle kendinden bir şeyler bulacaksındır ya da anlamamışsındır filmlerini diyebilirim.
"zelig" ile başlayabilirsin mesela "whatever works" ile devam edebilirsin izlemeyenler varsa kesinlikle izleyin...

ne gerek var şimdi böyle şeyler yazmaya... yazacak bir şey bulamadın mı cık cık cık....

20 Mayıs 2012 Pazar

mehmet eroğlu yüz:1981

Ona aşık olmaktan korktum ve özenle kaçındım bundan; açıkça, saklandım. Korkuma kaynaklık eden iki önemli neden vardı; Önce onunla aşık bir ikili oluşturacak "çift"lik, kişiliğimin bu benliğin içinde eriyip gitmesi demek olacaktı. (üstelik onun bu yeni benliği, beğenmediği kişilik özelliklerini dışarıda bırakarak istediği biçimde oluşturacağını ancak aptallar fark etmezdi) Sonra, korkuyordum; korkmakta da haklıydım. O, elde edilmesinden çok korunması zor ve riskli bir hazineye benziyordu. Yani onun gibi değerli bir varlığı, kendi varlığımı tehlikeye koymadan korumam olanaksızdı.

- O ondan önce tanıdığım kişileri gerçekliklerden koparıp silmiş; onları soluk birer hayalete dönüştürmüştü. Oysa onun kendisi de bir hayaldi; çünkü o hayal edebileceğim birine en yakın canlıydı.

mehmet eroğlu yüz:1981

" bana bu kadar uzun dayanabileceğini hiç düşünmemiştim, biliyor musun?
bu soru üzerine iki hafta geçmişti ki oldukça garip bir şey oldu.Onun elinde tutsak olduğumu fark ettim. Bu aşık olmak kadar korkutmadı. yine de biraz tedirgin oldum. Ona gelince o kendinden emindi. alışmayı, alışkanlığı önemsemiyordu. Bunun kölelliğe açılan geniş bir kapı olduğunu anlaması için bir kaç ay daha gerekecekti. Tanışmamızın üzerinden tam bir yıl sonra oldukça garip bir durumun içinde bulduk birbirimizi; ikimizde zafer kazanmadan, ama yenilgiye de uğramadan birbirimize tutsak olmuş ve birbirimizi tutsak etmiştik.
Sadakat mi? bu seçenekleri sınırlı olan insanlarda bulunan bir erdemdir.

8 Mayıs 2012 Salı

insan silüetleri

bazı okul aile birliği tipli insanların olduğunu düşünüyorum ve onlardan tiksiniyorum

3 Mayıs 2012 Perşembe

dikkat

her şeye saçma deme evresindeyim; yaklaşmadan sinirlerinizi aldırınız.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

dikkat bedava şeyler dağıtılıyor!

günün bomba haberi bugün ilk defa okullarda süt dağıtılmaya başlandı. günlük 7 milyon küsur ilkokul öğrencisine süt dağıtacaklar. 7 milyon süt. sanki tek eksik buydu okullarda. bu da oldu tam oldu gibi geliyor herhalde. bugün 100 küsur öğrenci zehirlenmiş bu sütlerden. bunların olacağı belli zaten. aklıma gelen ilk soru acaba hangi bakan süt çiftliği kurdu da kar edecek. tıpkı kuş gribi diye binlerce tavuk imha edildi. yumurtalar çöpe atıldı ancak Unakıtan oğluna pastörize yumurta fabrikası açtı ve yetmezmiş gibi pastanelerde de pastörize yumurta ile malzemeler hazırlanma kararı çıktı. tıpkı bugün bedava dağıtılan okul kitapları gibi. bizler bunları sorgulamıyoruz ancak bedava oldu diye hemen kabul ediyoruz.acaba bu kitapları kim dağıtıyor?

bizler bunları merak etmedikçe maaşlarımız 5 bin lira olur ama ekmeğin tanesi 70 lira falan olur. gülümseyin bedava dağıtılıyor ...

1 mayıs açılımı

dün 1 mayıstı çok güzeldi yine her zamanki gibi..... herkes aynı anda aynı şeyi söylüyor "kardeşlik, barış, dostluk" kavramları uçuyor ve "biz de varız" diyenler sokaklarda haykırıyor....

ilgi çeken grupsa fatih'te toplanan anti kapitalist müslüman gençlerdi. şaşırtıcı çünkü kendilerine soldan pay ayırıyorlar. zaten yeterince zedelenen solun bir de bu boyuta ulaşması şaşırtıcı. sol kendi içinde açılım mı yaptı yoksa müslümanlar mı açıldı? direk aklıma eşcinsellere nasıl bakıyorsunuz  diye sormak istiyorum. cevabı kulaklarımda çınlayıp gülümsüyorum.

bir de güzel olan bir şey var ki bugünkü radikal gazetesinde gördüm yaşlı bir teyze en az 70 yaşında elinde orak çekiçli bayağı sallıyor. mersinde olmuş DİP (Devrimci İşçi Partisi) bayrağı var elinde. çok güzel çok beğendim. keşke insanlar kendileri de açılımlarını yapsa ve insan olduğu için sevemebilsek sadece birbirimizi...

21 Nisan 2012 Cumartesi

salaklık halleri

ekmek almaya giderken bugün resmen yaya halimde koca bir tır a yol verdim sen geç amca dedim. adam saçmalama dedi. utandım başımı öne eğip geçtim.

mahalle sakinleri

ne olduğumu anlamadım yok böyle bir an neden mi?
her şey şöyle başladı
durumu anlatmadan önce ön bilgiler vermek lazım tabi ki yoksa bir anlamı kalmaz...
yaşadığın yer küçük bir yerse herkesle yüz göz olmak zorunda kalıyorsan yalanları kendine kalkan olarak kullanmak zorundasın yoksa sana başka gözlerle bakarlar. mükemmel dedikodu kaynağı olabilirsin mesela...

neyse konuya dönelim evde kalmanın yalnızlığın tadını çıkarmak için bakkale gidip ucuz bir kırmızı şarap ve bir kaç bira almak istedim. bakkala giderken mahallemizin enteresan kadınlarından biri  ile karşılaştım.
bu arada bizim mahallemiz tam filmlik neden mi düşünün rivayete göre kafayı yemiş çok zeki bir adamın evi var mesela. her mahalleye böyle biri nasip olmaz. neyse ki bize nasip oldu.mahalledeki kadınları erkekleri anlatsam çok uzun sürecek ama kısa tutmak lazım ki olayın heyecanı kaçmasın. ama dedim ya mahallede çok zeki olan ama şimdi delirmiş olan biri var. bu adam eski bir evde oturur ve evinin her yeri tellerle kapalıdır. bahçesine kimse giremez tek başına kedileleriyle yaşar. amcanın (böyle olmuyor ona egzantirik bir isim bulmak lazım ....ııı şey olsun ...ıı tarık bey ) evet tarık amcanın şöyle bir özelliği var mahallenin kadınlarına kağıtlara bir seyler yazar ve penceresine asar bunları ya da mahalleye kağıt atar. bu kopardığı kağıtlar bazen Kuran sayfaları bile oluyor yazdığı notlar ilgi çekici. mahallelinin söylediklerine göre tarık amca üniversitede felsefe hocasıymış ama kafayı yemiş.okudukça insanlardan uzaklaşmış. ama şöyle bir özelliği var tarık'ın mahallelinin çocuklarını dövüyor sürekli. (bakın bu adamın adının tarık olmasının dışında her şey gerçek) eve kafa göz yarıyor çocukların kafasını falan. bizim mahallede çocukların kabusu oldu artık bu adam.  millet beni çağırıp kızım gel bakayım bizim çocuk böyle böyle rüya görüyor gerçek değil geçer diyoruz ama inanmıyorlar bize yardım et diyorlar.( zatım da çocukları çok seven bir ablayımdır  mahallede yeri gediğinde yaş seviyem 2- 15 arasında hoplayıp durur, çocuklarla oynarım koşarım falan)
neyse işte ben bakkala giderken kendi yalnızlığımla kadeh tokuşturmak için dün de komşu kadınlardan genç biri beni çağırdı  yardım et diye. komşu kadınımız 26 yaşında iki çocuk annesi çok erken evlenmiş. nedenini sormadım neyse. oturduk sigara içtik anlatıı bu baya. ben ölürsem çocuklarıma iyi bir anne olduğumu anlat dedi. ve bana intihar edeceğini söyledi.  çocuklarının yaramazlığından kocasının ilgisizliğinden bıktı bu kadın. git dedim mor çatı var dedim kadın sığınma evleri var dedim. geçen yıl gitmişti. çocukları da çocuk esirgeme kurumuna bırakacaktı. ama sonra kocasının affetti geri döndü ama kocasıyla hala mahkemelik. aynı  evde olmaların rağmen kocası hiç ilgilenmiyor kadın ve çocuklarıyla ben de git burdan dedim ama kendini öldürme dedim. o bana neden kocam benle ilgisiz diye sorduğunda ; bir çok neden olabilir ama ağır basan seni aldatıyor olabilir dedim. kadn da böyle düşünüyor. öldürme kendini git dedim . oğlu geldi sonra kafasında 3 dikişle anneee toossstt yappp diye bağırıyor. bana döndü çocuk ve o zeki deli tarık amca ile ilgili rüyasını anlattı. ben de  bir şey olmaz dedim. rahatlatmaya çalıştım. bununla ilgili yazı yazacağım daha ama önce çilek yemem lazım . ve bir yandan da neden rüya görürüz onu araştırmam lazım. freud'un düş yorumları kitabını okuyorum ve hasktir diyorum çok güzel tavisye ederim.

19 Nisan 2012 Perşembe

kurallar

YER: Türkiye
DİKKAT: yüksek gerilim noktası
"ahlak kurallarını çiğnemeyi bırak hakkında konuşmak hatta düşünmek bile yasaktır."

sadece yaşamak

ellerini cebine koy, yanına hiç bir sey alma ve en yakın yerden yürümeye başla..sadece bu kadarı bile yeter yaşamaya..

nasihat

kalk yerinden ve uzaklaş olduğun yerden bak her sey daha güzel olacak

umut hırsızı

herkes gökyüzüne baksın ceplerinizden umudu çalacağım...

sadakat borçtur.

yapma işte bunu uğraşma boşuna kendine bak önce...ne gerek var kalabalıklara.. ne gerek var bizden başkalarına..sanki hayaller gerçek olunca birlikte olabilecekmişiz gibi. çok şey istemedim sadece bu şarkıyı anla yeter mesela... aşk için çıldıran biri de değilim olmayacağımda sadakat dediğimiz şey de büyük bir borç   elimizdeki. ve hangimiz yırtar atarsa elindeki seneti o zaman  emin ol kimse korumayacak bizi...

akli dengesi yerinde gözüken deli

gaz odasından kaçan bir savaş esiriyim şimdi. o yüzden soluk alıp vermenin güzelliğini bilirim...savaşı kaybetmiş biriyim. bayrağımı ve silahımı gömdüm toprağa... üzgün biriyim çünkü sakatlandım ağır darbe aldı ruhum.. akli dengesi yerinde gözüken bir deliyim şimdi. ve o yüzden asacağım kendimi bir top sesinde..

kirli yorgun yaşlı biri

şimdi siz bunlara anlam bulmaya çalışanlar... ne kafayla yazıldı bunlar nasıl bir halde yazan ...
mesela çok kirli..çok yorgun ve çok yaşlı... çok kirli yüzyılın savaşlarını sırtlamış yaşamına, çok yorgun en çok o dövüştü... çok yaşlı çünkü savaşı kaybetti....

erken ve geç

lütfen yetiş bana.. çok erken gelmişim lütfen yetiş.... çok erken gördüm bir şeyleri.. ya da öldürelim birilerini, bir şeyleri ya da yer değiştirsin kavramlar alt üst olsun... çok erkenim o yüzden sana bu kadar gecim...

tahammülle sabır arasındaki ince çizgi

durun kendinize gelin önce yapaylık dediğiniz şey olmasa halimiz ne olurdu bilin ne vahim durumda olurduk...iyi ki yalancığı icat etmişler iyi ki sahte gülüşü keşfetmiş biri...yoksa nasıl tahammül edebilirdik?

bu şarkı

bazen bir şarkı sizi sizden alıp götürür ya işte bu da öyle bir şarkı....


bu şarkı

yalnızlık güzeldir

yalnızlık güzeldir. kendini keşfetmeni sağlarsın, kendini mutlu etmenin yollarını bulur yeri gelirse de en dibe çökersin.. yalnızlık güzeldir. keşfetmen lazım.

17 Nisan 2012 Salı

kuşak anksiyetesi

tırmanışa geçti gelecek, masanın altındaki örtüyü çekti,tırmanırken batırdı ortalığı toplamak arkadakilere kaldı.

insanlaşma çağı

mükemmel şeyler yaptım kendime. gittim sinemaya mesela ard arda iki film izledim önce sonra gittim kitap aldım psikoterapi ve psikopatoji üzerine bir de ahmet ümitin son romanını aldım. hepsine aynı anda başladım çok güzel gidiyor mükemmel genellemelere sahibim artık

başkalaşım

insan bencilliğine yenerse eğer kesinlikle kazanmış olur. ama sanmayın burda bencillik kötüdür. bencillik iyidir artık günümüzde..eski değerlere göre ne kadar kötüyse günümüzde o kadar iyidir. pragmatizm hakim olmuş ve ele geçirmişse tüm iyi niyetleri ne güzel oldu artık hepimizi birer şaheseriz düşüncelerimizle.

14 Nisan 2012 Cumartesi

national geographic ( keşiflerin yüzyılı)

şimdi belgesel vaktidir.national geographic ( keşiflerin yüzyılı) kesinlikle izleyin çok sevdim.

havanın durumu

yok kardeşim kışın böyle fırtına görmedim ben burda. yarın bir de gezi yapacaktık bafa gölüne umarım yağmur yağmaz yağarsa arabada döneriz geriye. ilkokuldayken ne zaman geziye gitsek hava kötü olurdu üniversitedeyken ne zaman eyleme gitsek hava yağmurlu olurdu.var bi cenabetlik de hadi bakalım hayırlı olsun.

12 Nisan 2012 Perşembe

gıcık ev kadınları part 4

dişi yakarış toplantısında bugün bir söz söyledendi herkes şok geçirdi. nebahat teyze çığır aştı sınır tanımadı engin denizlerde köpürdü.

kadın teyzem erkeklerden müzdarip alkolik kocası, zibidi oğlu, sünepe kaynı, kılıbık babası derken erkekler hakkında attı attı tuttu tuttu...mahallenin imanın karısını aldattığını duyunca iyice küplere bindi. sonra yatıştırmak için söze dalan emine teyze;
- "olur mu kız kocan için öyle deme dinimiz böyle şeyleri günah der" dedi.
bunun üzerine nebahat teyze dedi ki; hangi din nerde diyor bunu dedi
emine teyze; kuranda geçiyor ayıp dedi
nebahat teyze "peygamberde erkek ne malum onun da yapmadığı " dedi

saydı, devam etti, herkes sustu bir bardağa çay kondu şekeri karıştırırken sessizliği şıkır şıkır ses yırtıyordu....

köylü kurnazlığı

bu dünyada herkes normal bir ben anormal bu kesinlikle ortada!
yüzsüz ol yırtık ol dediler bana olamadım yapamadım. şu adama bak ya....

hisselerinden pay vermeli tofaş bu adama yoksa bu manevi borcun altından nasıl kalkar? ya da diğer araç firmaları kıskanıp son model bir audi falan koymalı daha çok sükse yapar. 

aşık

kadın aşık ım aşık ım diye bağıyor yüzyıllık kocasına bırak ya kimi yiyorsun sen?

11 Nisan 2012 Çarşamba

saçmalıklar diz boyu

bugün çok saçma bir şey oldu bu kadar olabilir. bana olmadı ama gene de oldu yani. bu ne saçmalık ya

köklü değişiklikler

köklü değişiklikler yapmak için bir kökler ve dallar yer değiştirmeli , tapa taklak olmalıdır bir nevi ayakla baş olmalıdır. işte köklü değişiklikler ancak bu şekilde olur...

gıcık ev kadınları part 3

gıcık ev kadınları kurultayı toplandı. kurultayın içeriği belirlendi ; 
madde 1: bundan sonra funda ile kimse konuşmayacak
madde 2: komşunun oğlu efecan akşam ezanından sonra sokakta görülürse dövülecek 
madde 3: komşu çocukları eğer mahallenin küçük çocuğu börtü uyurken top oynarlarsa topları patlatacak
madde 4: ucuzcu geldi mi herkes birbirini çaldıracak
madde 5: dul komşu esmanın eve adam aldığı kesinleşti onaylandı.
madde 6: kimse kimsenin külüne muhtaç olmayacak.
madde 7: komşunun kaybolan küpesi düdük çalarak aranacak.
madde 8: öğretmen nurgül okuldan geldiğinde kimsenin çocuğu dışarda bağrışmayacak, başı ağrıyor. 
madde 9: muhteşem yüzyılı kitlenin % 50 si takip ederken; %49 u kuzey güneyi izleyecek. Maalesef %1 i de yaramaz  çocuğundan dolayı çocuğu susturmak için "türklerin uzayla imtihanı" dizisini takip edecek. bu diziyi izlemek zorunda kalan sevcan'a bu haftaki dizilerde olanlar anlatılacak, kimse dizilerden geri kalmayacak. 
madde 10: kocası hapse düşen terbiye'ye herkes destek olcak

son sözü söyleyip kapıyı çarpıp giden kişi

son sözü söyleyip kapıyı çarpıp giden kişi olmanın verdiği hava doyumsuz bir zevk verir herhalde insana,
pek havalı bir tarz bu. hep yapmak istemişimdir.ancak arkamdan ne konuşurlar acaba deyip hiç bir zaman yapamamış, kapıyı çarpıp gidememişimdir. içimde kaldı.

hiroşimanın yan etkisi

acaba hiroşimanın etkisi insanlığa yeni yeni mi yan etki yapmaya başladı? ne bileyim baya bir mutasyon artığı kişiyle karşılaşıyorum bir kaç gündür.

belgeselin önemi

bir insan belgesel izlemeye başlamışsa olgunlaşmıştır, hayatı ciddiye almaya başlamıştır....

iletişim önemi

- naber lan düdük
-siktir lan

-merhaba nasılsınız?
-iyiyim teşekkürler ya siz nasılsın.

istihdam edebilme sanatı

eğer kalabalık kontrol sağlanamazsa yığın olarak kalınır, yığınsa kontrolüne göre ya sürü olarak ortaya çıkar ya da kahramanlar....

10 Nisan 2012 Salı

mini çakallık

tütün sarma makinamı çok seviyorum. çok pratik çok heyecan verici, çek-çek yapa yapa 200 filtrenin hemen hemen 50 küsurunu sarmışım sonra çok mutlu oldum yaşasın dedim. önümdeki iki gün sarmam dedim. sonra devleti kazıkladığımı  da düşündüm. en son mini çakallık yaptığımı fark edince  daha  da çok mutlu oldum...

çin malı ıpod ve orjinal sevinç

bugün güzel şeyler oldu aslında. müzik çalara ihtiyacım vardı ancak onu alacak param yoktu. sonra bundan 3 sene önce kullandığım ama bozuk diye kaldırdığım atmaya kıyamadığım çin malı ıpod'umu elime aldım. onun için gerekli olabilecek bir ara kablo ve kulaklık sordum satıcıya. adam verdi. bunları alacağım ancak önce kontrol eder misin çalışıyor mu dedim. adam yüzüme baktı "çalışmıyor muydu?"dedi.ben de "hatırlamıyorum"dedim. adam kabloyu bilgisayarına bağladı o da ne çin malı japonca yazıları olan ıpod'um bir anda çalıştı. çok mutlu oldum sonra adama"bu burda biraz şarj olabilir mi? ben tütün almaya gidip geleceğim"dedim. adam "olur" dedi. geri döndüm teşekkür ettim. eve doğru yola koyulduğumda üç yıl önceki ruh hallerimi anlatan şarkı listemle karşılaştım çok mutlu oldum. unuttuğum şarkılar bile çıkmış içinde bu neydi yaa dediğim bile oldu...

ama bugün güzel bir an yaşattığı için teşekkür ederim sevgili çin malı ıpodum...

sıradan bir günü farklılaştırma dersleri

her gün selam dediklerinize bugün demeyin omuz atın mesela.

9 Nisan 2012 Pazartesi

şaşırtıcı bir şey 112

herkes doğum tarihinin son iki rakamıyla yaşını toplasın cevap:112 çıkıyor.

uygulama:

1979 doğumlu biri 33 yaşındadır.  79+33=112
1988 doğumlu biri  24 yaşındadır. 88+24=112
1951 doğumlu biri 61 yaşındadır. 51+61= 112 .... örnekleri çoğaltın enteresan  :)

seneye de herkes 113 olcak :)

büyüyen gözün gördükleri

şu anki çocuk programlarında siz de çocuk programı yapan kişilerin o programdaki sahte gülüşlerini sezip, içlerinden ettikleri küfürü duyup, gözlerindeki nefreti görebiliyor musunuz?










yalnız bizim çocukluğumuzda ya çocuk olduğumuzdan göremiyorduk yoktu böyle bir görüş ya da onlar gerçekten görüyordu.hala inanmam bir barış manço'nun öyle baktığına. onun çocuğa bakışı bile samimiydi.ya da susam sokağı karekterleri. şimdikiler öyle değil çok uyuzlar. belli oluyor işte orda olmak istemedikleri. hem de çok belli ediyorlar bunu...


Okulun birinde bir varmış bir yokmuş

Bingöl'ün bir köyünde bir okul bir sınıf varmış o sınıfta 1,2,3,4,5'inci sınıflar beraber okurlarmış. okulda bir öğretmen varmış o öğretmen hem müdür hem müdür yardımcısı hem hizmetliymiş.kendi kendine ceza verdiği olurmuş. O sınıfta bir 5. sınıf öğrencisi varmış. O öğrencilerin hepsi yaşları farklı girdiği dersler aynıymış.. Öğrencilerin toplam sayısı 20 imiş...Türkiye'de 4+4+4 tartışıladursun, tabletler tartışıladursun.... Bu eğitim sistemi yırtık pırtıkmış ama sen yeni kıyafet değil onlara ipekten yamalar yaparmışsın....

hayatı kolaylaştıran bilgiler 8

hayatı kolaylaştıracak bilgiler; seni çok bekleten biri olursa, sen onu ek!

hayatı kolaylaştıran bilgiler 7

hayatı kolaylaştıran bilgiler; eğer bir yarayı koparacaksan yara bandını hazır tut.

ah belinda

ah belinda diye bir film vardı ne güzel filmdi o. bizim nesil niye böyle sorusuna güzel bir cevap olacak bir film. içindeki şu çocukları uyuturkenki söylenen şeyi hiç unutmuyorum...

dungan ga

"evvel zaman içinde
var imiş bir dunganga
alırmış çocukları
atarmış sepetine
yaparmış hep dunganga
dunnn ganga dun ganga"...

çocukluktan büyüklüğe geçiş anında yaşanan travmalar 2

çocukluktan büyüklüğe geçiş anında yaşanan travmalar; annem ve babam öpüşüyor ıyykk

çocukluktan büyüklüğe geçiş anında yaşanan travmalar

çocukluktan büyüklüğe geçiş anında yaşanan travmalar; susam sokağındaki hiç bir şey gerçek değilmiş, ne edi büdü ne kermit ne de kurabiye canavarı....

kadın haklı beyler!

gelsin baba
gelsin koca
geldin devlet
gelsin cop
inadına isyan
inadına isyan
inadına özgürlük!


gaza geldim yazdım... bunu yazmadaki asıl nedenimin bir erkek olduğunu düşünüyorsunuz ama şu andaki durumumda alakası yok sadece gıcık komşu kadınlar için yazdım. onlar da böyle olsa böyle söyleseler ne güzel olurdu...bıraksa elektirik süpürgesini de işe gitse mesela...

gıcık ev kadınları part 2

ablacım,teyzecim vs. hanginizseniz bakın sabahın 07:30'unda elektirik süpürgesi çalıştırman çok saçma. neden çalıştırıyorsun? daha yeni uyandın git elini yüzünü yıka  güzel  bir kahvaltı hazırla kocanı işe çocuğunu okula gönder sen de aç müge anlı izle. sonra program bitince açar temizlersin evini.böylece kimse rahatsız olmaz. ama sen napıyorsun? resmen şakır şakır yağmur yağarken merdivenleri yıkıyor, camları siliyorsun. olmaz ki. keyfini çıkar bir şeylerin. anlam veremiyorum yani napacaksın 07:30'da evi  süpürerek misafir gelecek desen o saatte ne işi var? akşam temizle işte günün pisini kirini ne güzel işte...yapma hayatı zora sokarak güzeli göremez, evini temiz komşularını memnun tutamazsın...

hayatı kolaylaştıran bilgiler 6

hayatı kolaylaştıran bilgiler; bozuk telefonun şarjına, ağlayıp duran insana güvenme!

hayatı kolaylaştıran bilgiler 5

hayatı kolaylaştıran bilgiler; bugünün işini yarına bırakacaksan bahanesini bari bugünden hazırla!

hayatı kolaylaştıran bilgiler 4

hayatı kolaylaştıran bilgiler; evden çıkmadan kesinlikle tuvalete uğra mundar olma!

savunma mekanizmaları ve nihat doğan

bence psikologlar derslerinde nihat doğanı incelemelidir. hangi savunma mekanizmasını okusam o kadar arkadaşıma rağmen tek örnek olarak aklıma onun replikleri geliyor.

nihat doğanda görülen savunma mekanizmaları

hayatı kolaylaştıran bilgiler part 3

hayatı kolaylaştıran bilgiler; eve gitmeden evde ekmek var mı diye düşün ve sigara paketinde kaç sigara kalmış diye say, o yorgunlukta bakkala çıkma

hayatı kolaylaştıran bilgiler part 2

hayatı kolaylaştıran bilgiler; büyük tuvaletin geldiğinde tuvalette önce peçete var mı diye etrafına bakın.

hayatı kolaylaştıran bilgiler part 1

hayatı kolaylaştıran bilgiler; yeni koyulmuş bir bardak çay asla fondip yapılmaz!

savunma mekanizmaları

bugün gelişim psikolojisinde savunma mekanizmalarına yakıldım kaldım. okurken de çok utandım çünkü bu savunma mekanizmalarının çoğuna sahip olduğumu fark ettim utandım kendimi yuhladım. ah be  Freud  sen ne alem adamsın....
bunları siz de okuyun siz de kendinize benzeyen yönleri keşfedin...

savunma mekanizmaları

aynı şeyi düşündüğünüz kişiler

birileri sizin gibi  üçden fazla şeyi aynı şekilde düşünüyorsa ve o insan güzel- yakışıklı değilse bu durum sizi korkutabilir. sakinleşin arkanıza yaslanın, sizin katılamadığınız absürd bir şeyi abartılı savunun ve o kişiyle bir daha görüşmeyin.

NOT: Bu kişilerden birden fazla varsa onların ortak özelliklerini bir yere yazın bakın göreceksiniz ki sizin kişiliğiniz ortaya çıkacak.

bugün kadın oldum part 7

bugün kadın oldum; akşama ne yemek yapsam diye düşündüm. oktay usta yemek tarifleri, bugün ne pişirsem linkli siteleri geziyorum.

bugün kadın oldum part 6

şu anda oturup fox tv de "unutma beni" adlı ev hanımları  için özel yapılan dizinin 898. bölümünü izliyorum. ferhunde hanımlar, bizim evin halleri kuşağına dahil oldum.

bugün kadın oldum part 5

bugün kadın oldum; "sen çocuklarla iyi anlaşıyorsun,anne gibi sahipleniyorsun, yazın iş ararsan gel bizim bebeğe bak" denildi.

ön yargı

bugün patates kızartmasına limon sıkıp yiyeni gördüm içimden küfrettim. sonra bir sigara ikram etti içimden özür diledim.

ortaya karışık

eğer kül tablanıza çay bardağı koyup, külünüzü de çay tabağına atıyorsanız iş işten geçmiştir dağılın.

21 aralık

eğer 21 aralık 2012'de dünyanın sonu gelmezse birilerinden çok pis hesap sorcam resmen 21 aralığa bel bağlayıp yapmaktan vazgeçtiğim çok şey var

8 Nisan 2012 Pazar

adam güzel çalıyor beyler!

elde olsa ayakta alkışlanır kardeşim

http://alkislarlayasiyorum.com

şu adamın yaptığı sanat değil midir ya? adam bildiğin zurnayla show yapıyor.  direk soruyorum sanat ne ki? Müzik ne ki?  insanlarda hissettirdiği duygular ooo bunlar hakkında yazarım tutmasan beni ama burda sadece bu adamı ve sanatını paylaşmak istiyorum şimdi. bravo dayı çok güzel çalıyorsun. allah bilir karşında limonu sıkan vardır senin bir de...

İlk Milli Marşımız

beyaz show programında sunay akından dinledim yazmak istiyorum hemen herkesin bilmesini isterim.

öncelikle şu paylaşımda bulunayım ;

entarisi ala benziyor

bu türkü eski bir türkümüz ayrıca  bizim ilk milli marşımızmış :) nasıl mı?

 bundan yüz yıl önce İngiltere'ye savaş gemisi (Reşadiye Zırhlısı'nı) almaya giden üç yüz Osmanlı denizcisi  gemiyi alırken tam devir teslim anında İngilizler kendi ulusal marşlarını söylerler herkes esas duruşa geçer İngilizler'den sonra bizim bir marş söylememiz gerekir fakat o dönemde bizim bir marşımız yoktur O sırada bizden bir Kazancıbaşı durumu kurtarmak için arkadaşlarına şunu söyler;

 bize sıra geldiğinde;

"şekerli misin vay vay 
kaymaklı mısın vay vay 
yoksa sen de benim gibi 
sevdalı mısın vay vay "      

şarkısını söyleyeceğiz der.  İngilizler esas duruşta bizim donanmayı dinlerler hatta şarkının bir bölümünde;
"entarisi ala benziyor  
şeftalisi bala benziyor" kısmını  da şu şekilde değiştirerek;


"entarisi ala benziyor 
Sultan Reşat bala benziyor"  


şeklinde değiştirerek söylemişlerdir. :)

Eğer Sunay Akın'ın anlatımında dinlemek isterseniz ;
http://www.youtube.com/watch?v=0sMMAsGwdAU&feature=relmfu

bugün kadın oldum part 4

bugün kadın oldum; kadın forumlarında tartışmalar okuyorum



 http://www.kadinlarkulubu.com/lekeler-ciller-cilt-rengi-sorunlari/493395-bimde-satilan-queen-elizabet-salyangoz-kremini-kullanan-varmi-5.html

bugün kadın oldum part 3

bugün kadın oldum; Posta gazetesinden pazar ekinde diyet sırları kitabını aldım.

bugün kadın oldum part 2

bugün kadın oldum ; kil sabunu aldım

bugün kadın oldum part 1

bugün kadın oldum;  salyangoz özlü krem aldım.

bakış açısı mı? bakış acısı mı?

papatyaya bakıp sarı ve beyazın uyumunu görenlerden misiniz? yoksa içinizden seviyor- sevmiyor diyenlerden misiniz?

hayatın güzel yönleri

dışarda mangal hazırlanıyor ve sen sadece bunu bekliyorsan hayat bazen gerçekten güzel... :)

gıcık ev kadınları part 1

sabahtır elektrikler yok. insanların ukalalaştığını tedaşı arayıp da azarlamalarından tekrar anladım. eskiden böyle miydi canım. sen merakla beklerdin ne zaman gelcek diye. resmen saat 12 de niye gelmedi diye azarlıyorsun adamı, hele bir de; "pazar pazar elektirik mi kesilirmiş" diyorsun. sanki aradığın santral hususi kesti senin elektriği.pazarları sen de uzaya mekik göndermeyecektin herhalde ya da elektirik sistemiyle ilgili büyük bir çalışman yarım kalmadı.yapacağın altı üstü bir elektirik süpürgesi çalıştırmak....ne bileyim eskiden böyle yerler arandığında önce gırtlağında" öhöööm" diye düzeltmeler yapardın...şimdi elinde olsa santralin suratına tükürceksin.

edep, haysiyet, terbiye kavramları da teknolojiyle değişiyor sanırım...

sihirli şato

bugün habertürk gazetesine teşekkür ediyorum. verdiğin hediye çok güzeldi çocukluğuma döndüm, yaklaşık bir saat sihirli şato oyunu oynadım....ancak iki kişilik bu oyunda oynayacak ikinci kişiyi bulamayınca büyüdüğümü hatırladım....

yankı

kapalı mekanlarda bağırarak yankı yapamazsın. ya odalar küçüktür , ya da içinden bağırıyorsundur.

7 Nisan 2012 Cumartesi

deli gömleği koleksiyonu

ilgimi çekmedi değil aslında tüyler ürpertici bununla ilgili bir sürü yazı yazılabilir....konular birbirine bağlı kalır böylece...ama şimdi yazmak istemiyorum sadece bunun içindeki insan ne düşünüyordur diye düşünüyorum..bir yerin kaşınsa mesela o bile delirtebilir insanı...

biri de koleksiyonunu yapıyormuş deli gömleklerinin
web adresi aşağıda: 


sosyal alan intiharı

twitter  hesabım yok, facebook hesabımı dondurdum sanırım arkadaş ortamından sosyal olarak intihar ettim.

çamaşır suyu lekesi ve sen

hani en sevdiğin kıyafetine çamaşır suyu sıçar ya bazen öyle duygular hissettiriyorsun bana....

çayın kaynadığı an

çayın kaynamasını beklediğin o anlar vardır ya...en güzeli; mutfağa gidersin o anda yeni kaynamaya başlar ya odur. işte; ne beklersiniz kaynayacak diye başında,  ne de pişman olursunuz geç kalışınıza...

Bumerang

"hep aynı şeyleri düşünerek uyanıyorsanız tanrı sizi bumerang gibi sallıyor demektir".



bir gün de siz alet olmayın onun oyununa, geri getirmeyin o meymenetsizi onun kucağına ve bir kere de  siz vefasız olun. emin olun hiçbir şey eksilmeyecek hayatınızdan, siz onu geri getirmezseniz yeni oyunlar sizi bekliyor olacaktır her uyanışınızda...

6 Nisan 2012 Cuma

onunla baş etme yolları

o aşk, bu aşk, son aşk, ilk aşk, orta aşk vs. bunun gibi şeylerle kafası meşgul olanlar için bir tavsiye listesi yaptım %100 etkili. bir ay uygula geriye sadece sen kalırsın. ya da sen de biter bitkisel hayatta çiçek sularsın.


Çabuk olgunlaştırcı tarifler:


1- müzik dinlemekten vazgeç
2-yapamıyorsan acıtan müzikler dinlemekten vazgeç
3- onu düşündüğün anda nerde ve hangi ortada olursan ol "hayııırrr!" diye bağır. ( kesin etkili)
4- onun seni tuvalette sıçarken görüyor hissinden acil kurtul (klinik olarak en aciliyet gerektireni)
5-merak etme düşüncelerini daha okuyamaz. (abi kesin hissediyor diyorsan bu da senin onu çok abarttığın için hissettiğin bir durum)
6- başkasıyla görüğün anda olay yerinden acilen uzaklaş ( direnme zararlı sen olursun)
7- o varmış, o görüyormuş gibi davranma (bir süre sonra tiyatro sahnesinde gibi rol yapar bulursun kendini)
8-ve en en önemlisi  her şeyi bırak ve şunu düşün sadece şimdi söyleyeceğimi düşün; "onu düşünmüyor olsan ne düşünüyor olurdun" (cevap bulabiliyorsan demek ki hala yangından kurtarılacak düşüncelere de sahipsin)



coming soon

insan doğası

toplumu oluşturan o küçük yapı aslında büyük bir yalandır. geçmişten gelenek denilen baskı unsurlarından biriyle süslendirilmiş mantıklı bakıldığında gereksiz bir sistemdir. hayvan doğası gereği yalnız yaşamalı ama toplum aldatmacası yüzünden de bu istediğimizde de mahrum kalmış haldeyiz. bu düşüncelerden nasıl kurtulabiliriz?Çıkış yolu nerdedir? beni böyle düşündüren nedir?

çıkış yolu : mutlu bahçe düğün salonu

İstanbul

biliyorum siz de İstanbul'a bir çok atıfta bulunan insanlardansınız. Beyler bayanlar İstanbul sadece bir şehir lütfen ondan intikam alır gibi cümleler kurmayın ya da onu özlemeyin. Siz İstanbul'dan değil orda yaşadığınız olaylardan nefret edersiniz. Ya da İstanbul'u değil orda yaşanan şeyleri özlersiniz. Biliyorum bazılarınız şöyle diyor; adalar, mücadele, boğaz diyorsan  Sayın okur şunu bil deniz olan her yer güzeldir..... gel gez teker teker koyları...orda da yaşa İstanbul'da yaşadıklarını. tarih diyorsan eğer o başka ama bir çok yerde de yaşanmıştır tarih bu geçerli bir sebep olamaz içimden bir ses Mezopotamya Anadolu götüne girsin demek isterim.

Çağırmak istediğin gitmek istediğin yer orası olabilir. bunun nedenini sorgula eğer cevap yok diyorsan bil ki içinde bir ses ünlü olmak istiyor ve bunu kendine de itiraf edemiyorsun..

siz hiç sevdiklerinizi düşüncenizde öldürdünüz mü?

bugün oturdum ve kendimi ölümüne eleştirdim.sakın yapmayın böyle bir saçmalıktan öte değil. şunun gibi bir etki yaratıyor...ya bir gün sevdiklerim ölürse ben naparım? teker teker öldürürsün onları en çok hangisi acıtır seni. cenazede takınacağın rolü ve üstlendiğin görevi düşünürsün. şöyle olur büyük ihtimalle
-"o öldü"
-düşüncede sen: hafif bir gözyaşı, hayal sana ait olduğu için en metanetli ve en güçlü olmak zorunda olan sensin.insanlar gelip sana sarılır ya da sen gidip en güzel sarılırsın birilerine...vs vs. ve ağlarsın. işte bunun gibi bir etki yaratıyor. saçma yapmayın zaman kaybı kendini eleştireceğine blog yaz daha iyi. ya da facebook da bir şeyler paylaş ya da ne bileyim oyun oyna. dur en güzeli aç birilerinin aforizmalarını oku bu daha iyi. eğer hala inat edersen bilki mükemmel bir anksiyete krizi seni bekleyecek. bir iki antidepresan alacaksın. ya da bir şeyler içeceksin. sonra ne boktan hayatım var diyip ağlayacaksın.ya da onun gibi şeyler.

pardon siz hiç düşüncenizde sevdiklerinizi öldürdünüz mü?

insan kendini eleştirerek mutluluğa ulaşamaz. bırakın bu görevi üstlenen çok kişi var  onlar yapsın bunu. eninde sonunda sen de duyarsın zaten ne dediklerini...

size de oluyor mu?

bir gün boyunca rüyayı hatırlamaya çalışırsın olmaz hatırlamazsın. ama gece olur kafanı yastığa koyarsın o anda bir gece önceki rüya gözünün önünde geçer...

ayrıntıda kalan en güzel hisler

sabah 06:30'a kurulu olan çalar saat öter, sen 10 dakika daha ertelersin. ertelemenen o 10 dakikanın ilk dakikalarında uyurken bir anda sıçrarsın 06:40 oldu mu diye...saate bakarsın saat daha 06:32 elde var 8 dakika daha .....mışıl mışıl uyu artık 8 dakika daha...
işte ayrıntıda kalan mutluluktur bu...
(ayrıca o uyuduğun iki dakika içinde kesin rüya görür ve onu da hatırlarsın)

ya ne yapcam ben

ya ne yapcam ben diyen arkadaşım. evet sana sesleniyorum. sen bir şey yapma nolur. yeter ki sus hele. önce bir düşün ve içinde yanıp tutuşan bakirenin patlat şu duvarlarını. ses ver karşı cinse. bir kere kendi arzularında piş önce.

ya ne yapcam ben diyen arkadaşım. ne için ne yapmak istediğine karar ver önce. sonra otur ve sakinleş. elinde ne var ne yok tart önce. şişmansan şansın yok bir kere. önce kilo ver. vücut hatlarını ortaya çıkar ve karşındaki arzulasın önce.

ya ne yapcam ben diyen arkadaşım. masum pozları verme bir kere. biliyorum ne halt yemek istediğini gözlerinden okunuyor bir kere.bastırmayı bil önce.

ya ne yapcam ben diyen arkadaşım. salak yerine koymadan karşındakini içinden geleni söyle. kızar diye düşünme zeka dille ölçülseydi kimse susmazdı senin gibi. kırıtmaktan vazgeç bırak elindeki kırılgan incileri...
ya ne yapcam ben diyen arkadaşım. sana yap diyen varsa bir şeyleri önce onları yap hele...

ya ne yapcam ben diyen arkadaşım fotoğraflarındaki yamuk pozların kadar itici olduğunu fark eden biri olursa ilk ben vercem ona....

sen zeki

sen ki kendini dünyanın en farklı insanı sanan kişi. bu durum çok saçma öyle bir şey yok. büyük bir aldatmaca bindiğin otobüsteki insan yığınına bak önce bak bi. senden farklı olan yönleri ne o insanların. onlardan hiç bir farkın yok beni anlamıyorlar diye de düşünme o senin acizliğin işte. sen kendini anlatamamakla kendini farklı hissediyor olabilirsin. külliyen yalan. kafanın dibindeki cümleleri ortaya çıkar hele. alakası bile yok farklılığının herkes aynı bokun sürüsü. senin tek sıra halinde ilerleyen karınca sürüsünden farkın yok ki. seni farklı düşündüren tek şey düşünme yeteneğin. haberin olsun. bunu bana tanrı söylemedi. eğer söyleseydi ben farklı olurdum senden. mucize yapabilir misin?  yok hayatta yapamazsın.
- ama biz birbirimiz için yaratılmışız.( külliyen yalan) 
- benim için her şey o kadar basit ki ben küçücük şeylerden mutlu olurum (yalan!)
- ben farklıyım her insan bok gibi vs. (off feci aldatmaca)

bir kere freud oku ya da gelişim psikolojisinden ergen özelliklerine bak. çok yerinde örnek olacak sabrın varsa 
( bebekler: herkes benim gördüğüm gibi görür der
  ergenler: herkes görür ama en doğrusunu ben görürüm der.) 

işte bu kadar basitsin. feci öfkeliyim böyle insanlara. hele arkadaşlarıma gıcık oluyorum böyle dediklerinde onları boğmak istiyorum.  öfkemi atmam gerekiyor ( eğer şiddet ve öfke seversen bunları meşrulaştırabilir,  boks yaparak şampiyon olursan herkes seni takdir eder. eğer sen bir şeylere gıcık oluyorsan ve bunları edebiyat çerçevesinde paylaşıyorsan belki alkışlanan bir yazar olursun ..... işte mantık bu  ;)

kırmızı yelkovan

yaşasın ne yazacağımı bilemiyorum ve o yüzden de şimdi klavyede düşünmeden tıklıyorum bir şeylere. oldu güzel oldu diye düşünüyorum şimdi de. dışarı da okul zil sesi "ordunun dereleri" çalıyor diyorum ki kesinlikle okul müdürünün orduyla bir ilgisi var. sevdiği kız mı oralıydı falan diye romantik şeyler geçiyor şimdi aklımda. deli saçması. garip sesler duyuyorum bir kaç gündür o yüzden bunları buraya yazmalıyım diye düşündüm. çünkü tek ben çare olamıyorum kendime. rüya tabirleri de işe yaramıyor çoğu zaman. afişe etmekten hoşlanmıyorum diye sahte cümlelerin arkasına sığınmak da değil niyetim. ilk blog denemelerinde sevdiğin şairleri toplarsın ya bir araya onun gibi bir durum ... bir saniye yoksa yoksa şimdi aklıma geldi. beş yılı aşkındır beraber olduğum sevgilimle bir blog sayesinde başlamıştı her şey acaba bir blog yüzündene mi dönüşecek  ? 

cümle sonlarına şimdilik gerek yok yeni başlıyorsan ve sadece kendin varsan paniklemene de gerek yok. sakin ol zil çaldı içeri giriyor çocukları demek ki bir teneffüs kadar yazmışım bunları. ne kısa gelirdi o dakikalar şimdi neler sığıyor içine bir dolu paragraflar.

çayın altı

bunlar da ne böyle

şimdi

şimdi çay dinlemiş oturuyor ve saat tiktaklarını dinliyorsan güzel o zaman merhaba kendim hoşgeldim.